image/svg+xml
image/svg+xml

Sinemayı Kim İcat Etti? Beklenmedik Bir Hikâye

   
   S
inemanın mucidi kim? Çoğumuz bu sorunun cevabını bildiğimizi sanırız. Meşhur bir hikâyedir: 1895 yılında Lumière Kardeşler, trenin istasyona gelişi filmini ilk kez gösterdiğinde, seyirciler perdede üzerlerine doğru gelen treni görünce korkudan kaçışmışlardır. Ya da Thomas Edison’ın kinetoskop gösterilerinde, insanlar tek kişilik kabinlerde ilk kez hareketli görüntüleri izlemenin şaşkınlığını yaşamışlardır.

Peki, sinemanın doğuşu sadece bu isimlerle mi sınırlı? Aslında işin içinde neredeyse unutulmuş iki sıra dışı isim daha var: Edward Muybridge ve Louis Le Prince. Biri at yarışlarına meraklı bir zenginin sorusuna yanıt ararken hareketin sırlarını çözen eksantrik bir fotoğrafçı, diğeri ise icadını dünyaya tanıtmak üzereyken esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan bir mucit.

Fotoğraflardan Filme Giden Yol

   1870’lerde Kaliforniya’dayız. Fotoğrafçı Edward Muybridge, dönemin en zengin adamlarından ve Stanford Üniversitesi’nin kurucusu Leland Stanford’dan ilginç bir teklif alır. Stanford, atların dört nala koşarken tüm ayaklarının aynı anda yerden kesilip kesilmediğini merak etmektedir. O dönemde gözle bunu tespit etmek imkânsızdır. Muybridge, bu soruya yanıt ararken çığır açıcı bir teknik geliştirir.

Bir yarış pistinin kenarına 24 fotoğraf makinesi yerleştirir ve pistin üzerine ipler gerer. Koşan at, bu iplere çarparak makineleri sırayla çalıştırır. O zamanki fotoğraf teknolojisi bir saniyeden kısa sürede net bir görüntü yakalayamazken, Muybridge özel bir kimyasal karışım geliştirerek hareketi dondurmayı başarır. Böylece “The Horse in Motion” adlı çalışma ortaya çıkar. Bu çalışma, hareketi analiz etmeyi sağlayan ilk görüntüler olarak tarihe geçer.

İşin ilginç yanı, bu teknik günümüzde de kullanılıyor! "The Matrix" filmindeki ünlü "Bullet Time" sahnesi, Muybridge’in tekniğinin modern bir uyarlamasıdır.

Kaybolan Mucit: Louis Le Prince

   Edward Muybridge hareketi parçalara ayırmayı öğrenirken, başka bir isim, Louis Le Prince, görüntüleri akıcı hâle getirme peşindedir. Fransa’dan İngiltere’ye göç eden Le Prince, kendi atölyesinde birden fazla lensli kameralar geliştirerek hareketli görüntüler kaydetmeyi başarır. 1888 yılında, "Roundhay Garden Scene" adlı çalışması, günümüze ulaşan en eski film olarak kabul edilir. Ancak Le Prince’in en büyük başarısı, tek lensli kameraya geçerek bugünkü film kameralarının temelini atmasıdır.

Fakat işte burada hikâye dramatik bir hâl alır. Le Prince, icadını dünyaya tanıtmak için Amerika’ya gitmeye karar verir. Ancak tam da yola çıkmadan önce, Fransa'da Dijon’dan Paris’e giden bir trende aniden ortadan kaybolur. Ne cesedi bulunur ne de kayboluşuna dair bir iz… Bavulları, kamera ekipmanı her şey kaybolmuştur. Bir icat dünyaya duyurulamadan yok olur.

Lumière Kardeşler Neden Öne Çıktı?

   Peki, sinemanın doğuşunda bu kadar önemli işler yapan Muybridge ve Le Prince neden Lumière Kardeşler kadar tanınmıyor? İşin sırrı, Lumière Kardeşler’in pazarlama dehasında yatıyor. Onlar sadece film çekmekle kalmadılar, insanların gidip para ödeyerek izleyebileceği bir sinema deneyimi yarattılar. Yani sinema endüstrisini icat ettiler.

Muybridge, bilime odaklanmıştı; Le Prince ise daha çok sanatçılar gibi düşündü. Lumière Kardeşler ise bir işletmeci gibi yaklaşıp, sinemayı geniş kitlelere ulaştırdı. Bugün sinemanın doğuşu dediğimiz şey, aslında farklı zihinlerin birbirini tamamladığı bir süreçti.
Her İcat Bir Sonrakinin Yolunu Açar

   Sinemayı kim icat etti? Tek bir cevabı yok. Muybridge hareketi analiz etti, Le Prince akıcı görüntüler oluşturdu, Edison bir iş modeli geliştirdi, Lumière Kardeşler ise bunu bir eğlence endüstrisine dönüştürdü. Her biri, bir sonraki büyük adımın temelini attı.

Bugün herkes cep telefonuyla film çekebiliyor, anında yayınlayabiliyor. Sinema, bir mucidin değil, birbirini tamamlayan öncüler topluluğunun eseri. Ve kim bilir, belki de bir sonraki sinema devrimini başlatacak kişi, tam da şu anda bu yazıyı okuyan biri olabilir…

Yazar: Buse Saraç (Tapu ve Kadastro 2. Sınıf Öğrencisi)