image/svg+xml
image/svg+xml

Sosyal Ağlar Artıyor, Derin Bağlar Azalıyor

  İnsan doğası hep ilginç olmuştur. Sevdiklerimizi hep yanımızda isteriz, ama bir süre sonra da sıkılırız. Bu döngü, küçük avcı topluluklarından bugünkü dev metropollere kadar değişmeden devam etmiş. Sosyal bağlar kurmak istiyoruz, ama bir noktada tıkanıyoruz. İlginç olan, bu tıkanma hepimiz için benzer bir yerde gerçekleşiyor.

İşte, bu sınırı bir antropolog olan Robin Dunbar keşfettiğinde, aslında beynimizin sosyal ilişkilerdeki sınırlarını da keşfetmiş oldu.

İnsan Beyni ve Sosyal Kapasite
   
  Dunbar, primatların beyin büyüklüğünü ve grup büyüklüğünü incelerken önemli bir gerçek fark etti: Beyin ne kadar büyükse, sosyal ağ o kadar geniş olabiliyordu. Şempanzeler 50 kişilik gruplarda yaşarken, babunlar 100 kişilik topluluklar oluşturabiliyor. Peki ya insanlar?

İnsan beyni, ortalama 150 kişilik bir sosyal ağı yönetebilecek kapasiteye sahip. İlginç bir şekilde, tarih boyunca avcı-toplayıcı gruplardan köy yerleşimlerine kadar, insanlar bu optimum sayı çevresinde topluluklar oluşturmuş. Hatta 150 kişilik bir sınırı aştıklarında, bağlar zayıflıyor ve düzen bozuluyordu.


Sosyal Ağlarımızın Katmanları
   

   Dunbar’ın araştırmaları, beynimizin sosyal ilişkileri katmanlı bir yapı ile düzenlediğini ortaya koyuyor. En içte, sadece 5 kişiden oluşan bir çekirdek var: Hayatımızın merkezinde yer alan, en yakınlarımız ve vazgeçilmez dostlarımız. Bu çekirdeği, 15 kişilik bir "sempati çemberi" takip ediyor. Burada sıkça görüştüğümüz yakın dostlarımız ve akrabalarımız bulunuyor. Bir sonraki katman ise 50 kişiden oluşuyor: İyi arkadaşlar ve geniş sosyal çevremiz. Bu katmanlar arasında ilginç bir düzen var; her katman, bir öncekinden yaklaşık 3 kat daha geniş.

Ama burada kritik bir faktör öne çıkıyor: Zaman.

En yakınlarımızla haftada birkaç kez iletişim kurarken, dış çemberdeki insanlarla bu temas daha seyrek hale geliyor. Pandemi döneminde bazı arkadaşlıklarımızın neden zayıfladığını hatırlayın. Beynimiz, temas olmadığında bu kişileri yavaş yavaş dış katmanlara itiyor ve bir süre sonra tamamen unutuyor.


Sosyal Medya ve Evrimsel Çelişki
   
  Günümüzde sosyal medya, bu kadim sistemle büyük bir çatışma içinde. Telefonlarımızdaki bildirimler, arkadaşlarımızın paylaşımları, doğum günü mesajları... Her şey bir “vitrin hayatı” izlenimi yaratıyor. Ancak, paylaşımların ardındaki gerçek hikâyeyi göremiyoruz. Sürekli olarak başkalarının hayatlarının en parlak anlarını izlemek, kendi gerçekliğimizi sönük hissettirebiliyor. Beynimiz, binlerce yıldır yüz yüze iletişim için evrimleşmiş durumda; jestler, mimikler ve ses tonları sosyal bağların yapı taşları. Dijital iletişim, bu bağların çoğunu göz ardı ediyor.

Sosyal medya uygulamaları, beynimizin kadim sosyal katmanlarını taklit etmeye çalışıyor. “Yakın arkadaş” özellikleri, sohbet sabitleme seçenekleri... Ama bu yeterli değil. Çünkü sosyal bağlar, bir ritme ihtiyaç duyar: İç çemberdeki insanlarla düzenli temas, bu bağların gücünü korur.Nereye Gidiyoruz?
   
   Modern yaşam, beynimizin binlerce yıl boyunca inşa ettiği sosyal düzenle ters düşüyor. Dijital dünya, bizi daha çok insana bağlarken, derin ve anlamlı ilişkilerimizi zayıflatıyor. Peki, teknoloji bu karmaşayı nasıl çözecek? Belki de insanlığın en büyük meydan okumalarından biri, bu kadim bağları modern hayatın hızına uyumlu hale getirebilmek olacak.

Sonuç olarak, sosyal ağlarımızın artışı ilk bakışta bir zenginlik gibi görünse de, gerçek yakınlıklarımızı unutmamalıyız. Beynimiz hâlâ yüz yüze iletişime, samimiyete ve anlam dolu bağlara ihtiyaç duyuyor. Bu gerçeği göz ardı etmezsek, teknolojiyle barış içinde yaşarken en değerli dostluklarımızı da korumayı başarabiliriz.


Yazar: Buse Saraç (Tapu ve Kadastro 2. Sınıf Öğrencisi)