image/svg+xml
image/svg+xml

Zihin Gücü Her İnsan da Bulunur mu?

Hiç kendi kendinize içinizden sohbet ettiğiniz oldu mu? ‘‘Şöyle yapsam daha iyi olur ama yok ya, olmaz,’’ diye içten içe fikir alışverişi yaptığınız anlar yaşadınız mı? Öncelikle bu sorulara cevap vermeniz önemli. Verdiğinizi varsayarak devam ediyorum. İsterseniz gözleriniz kapalı, isterseniz açık bir şekilde gözünüzün önüne bir elma getirin. Elma ne renk? Sapı uzun mu, kısa mı yoksa kopmuş mu? Isırılmış mı? Elmanın üzerindeki gözenekleri görebiliyor musunuz?

Bu kabiliyetler herkeste bulunmuyor. İnsanlığın %5 ila %10’u kadarının bir iç sesi bulunmuyor; yani kafalarının içinde birinin konuştuğunu deneyimlemiyorlar. Buna anendofazi deniliyor. Keza, insanlığın %1 ila %4’ü kadar bir kesim de bahsettiğim elmayı hayal ettiklerinde zihin gözlerinin önüne hiçbir şey getiremiyor. Bu duruma ise afantazi deniliyor. Aramızda böyle bireyler bulunabiliyor.

Birçoğumuza ilginç gelen bu konuyu hadi birlikte aydınlatalım.

Bunlar, insanın kendi zihni içinde deneyimlediği ve başkalarının asla erişemeyeceği deneyimlerle ilgilidir. Çoğu insan, "zihin gözü" olarak tarif edilen bir yetiye sahiptir. Bu, duyularımızın o anda erişemediği bir nesneyi, olayı, mekânı veya sahneyi algılama deneyimi olarak tanımlanabilir ve zihinsel görüntü kavramıyla ilişkilidir.

Biraz önce sizden bir elmayı düşünmenizi istemiş ve detaylarını sormuştum. Birçoğunuz, gözünüzün önünde bir elma varmışçasına bir deneyim yaşadı. İşte bu sebeple "zihin gözü" kavramını kullanıyoruz. Bunu deneyimleyebilen insanlar, öyle yüzeysel değil; gerçek bir elmayı düşünürken beyinlerinde birtakım bölgeler faaliyete geçiyor.

Faaliyete geçen bu bölgelerden en önemlisi, görsel korteks dediğimiz, beynimizin arka kısmında bulunan oksipital lopta yer alan bir bölgedir. Bu bölgenin 6 alt birimi vardır, fakat görüntü işleme genellikle birincil görsel korteks olarak bilinen alt birimde başlar. Burada işlenen veriler, daha sonra diğer alt birimlere gönderilerek şekil, kenarlar, büyüklük ve renk gibi detaylı unsurlar işlenir ve bilincimizde görsel bir algıya dönüşür. Biz de bu sayede "O cismi gördük," deriz. Aslında zihin gözümüzle görmüş oluruz.

Gerçekte önünüzde bir elma olmadığı için, yani gözlerinizdeki reseptörlerden birincil görsel korteksinize gerçek bir veri akışı olmadığı için, elmayı sadece hayal etmeye çalıştığınızda birincil görsel korteksinizde tetiklenen faaliyetler de bir o kadar zayıf olur. Bu nedenle, daha üst katmanların görüntü algısı üretmekte kullanacağı kadar yeterli veri oluşamaz. Bu da sanki görecekmişsiniz de göremiyormuşsunuz gibi bir durum yaratır. Bu nedenle, mental görüntüler oldukça silik ve gerçekdışı olur.

Görüntü işleme, tahmin edilebileceği üzere, birçok basamağa sahiptir. Örneğin, elmanın farklı parçalarının birbirine nasıl bağlandığı veya 3 boyutlu uzayda ne şekilde hareket ettiği, parietal lopta işlenir. Bu bölgedeki faaliyetler sayesinde zihnimizde bir elmayı döndürebiliriz. Modern IQ testlerinin başlıca ölçtüğü şeylerden biri de zihninizde bir cismi ne kadar başarılı şekilde döndürüp farklı oryantasyonlarını hayal edebildiğinizdir. Sonradan bu bilgiler, tekrar oksipital bölgeye gönderilerek renk ve şekil gibi özelliklerine kavuşur.

Tüm bu süreç sonunda, işlenen veriler prefrontal kortekse, yani üst bilişsel fonksiyonlarımızı sağlayan beyin bölgesine gönderilir ve burada birleştirilerek mental bir görüntü haline gelir. "Zihin gözüyle görmek" dediğimiz deneyim, işte bu sürecin sonunda oluşur.

Afantazya; Zihinde Cisimleri Hayal Edememektir.

Bir insanın, sadece düşünerek birincil görsel korteksini ne kadar faaliyete geçirebildiği, onun mental görüş kabiliyetinin ne kadar yüksek olacağını belirler. Birçok kişi için bu durum adeta zihinsel bir hayalet seviyesinde kalır. Yani, az önce de bahsettiğim gibi, elmayı görecekmiş de göremiyormuş gibi bir deneyim yaşarlar. Ancak bazı insanlar, görsel kortekslerini ortalamadan çok daha fazla şekilde tetikleyebilirler ve bu duruma hiperfantazya denir. Bu kişiler, nesneleri gözlerinin önünde adeta cisim oradaymış gibi canlı ve net bir şekilde görüntüleyebilirler.

Bazı kişiler ise ne kadar uğraşırsa uğraşsın görsel kortekslerini ya hiç tetikleyemez ya da çok az tetikleyebilir. Bu kişiler de cisimlerin ne olduklarını anlayabilir, onlar hakkında düşünebilirler; ancak bu düşünme sırasında zihin gözlerinin önünde bir cisim varmış gibi bir deneyime ulaşamazlar. İşte bu duruma afantazya denir.

Bu insanların hayal gücü yok değildir; sadece hayal güçlerini insanların çoğunluğu gibi deneyimleyemezler.

İç sese sahip olmama meselesi, ne kadar farklı bir olay olsa da, afantazyayla çok benzer bir sebepten kaynaklanır. İç sesimiz, bebeklik döneminde dil öğrenmeye başladığımız sırada oluşmaya ve gelişmeye başlar. Kelimeleri zihnimizde anlamlarla ilişkilendirdikçe, kendi kendimize zihnimiz içinde konuşabilme yetisi kazanırız.

Çocukları gözlemlediğinizde, bir problemi çözmeye çalışırken bunu sesli olarak anlatmaya çok meyilli olduklarını fark edersiniz. Buna sosyal konuşma denir. Çocukların prefrontal korteksleri gelişip kendi haklarında düşünme (özdüşünüm), soyut düşünme ve planlama yapabilme yeteneği kazandıkça, bu sosyal konuşmalar giderek içselleşir.

Örneğin, yetişkin bir insandan bir şey yapmasını rica ettiğinizde, bunu sessizce gerçekleştirebildiğini görürsünüz. Ancak ona sorarsanız, rica ettiğiniz eylemle ilgili kendi içinde konuştuğunu söyleyecektir. Eminim, siz de bir şeye odaklanmışken kendi kendinize iç sesinizle konuşuyorsunuzdur. İşte buna gizli konuşma denir.

Gizli konuşma, mental görüntüye benzer şekilde oluşur; ancak beynin görsel korteksi sayesinde değil, frontal loptaki Broca bölgesi, temporal loptaki Wernicke bölgesi ve işitsel korteks gibi bölgelerin iş birliğiyle gerçekleşir. Bu durum, üst beyin bölgelerinin alt beyin bölgelerini sadece hayal gücü yoluyla tetiklemesiyle üretilir.

Yine de bu gerçek bir ses değildir. İç sesi "hayalet bir ses" olarak tarif edebiliriz. Hatta iç sesi tanımlamak için "iç sesin gölgesi" gibi ifadeler de kullanılır ve bu, oldukça yerinde bir tanımdır. İç sesimiz, sözcüklerin zihnimizdeki karşılıklarının işitsel bir yorumundan ibarettir; ancak, tıpkı mental görüşte olduğu gibi, burada da aslında gerçek bir ses duymayız.

Aslında buna tam anlamıyla "ses" demek de doğru değildir. Çünkü işitsel reseptörlerimizin algıladığı veri ile iç sesin ürettiği veri aynı değildir. Örneğin, iç sesinizin şiddetini değiştiremezsiniz; yalnızca frekansını, yani daha tiz veya daha tok bir hale getirebilirsiniz.

Bununla birlikte, bazı insanlar bu iç sese sahip değillerdir. Bu duruma anendofazi denir. Bu kişiler, sessiz şekilde kitap okurken sözcükleri herkes gibi anlayabilirler; ancak okuma sırasında zihinlerinde silik bir ses varmış gibi bir deneyim yaşamazlar.
‘Zihinde Hayal Edememek Hastalık Olarak Nitelendirilmemeli’

Bu durumlar her ne kadar farklı görünse de, hiçbiri yanlış ya da doğru değildir. Çevrenizde mutlaka bu durumların en az birine sahip olan insanlar bulunmaktadır. Şunu da eklemek istiyorum: Bu durumların neden var olduğunu hâlâ tam olarak bilmiyoruz. Evet, bir bölümde IQ'dan bahsettik, ancak bu durumların ortaya çıkışını sağlayan temel bir sebep değildir.

Altını çizerek belirtmek gerekirse, bunlar birer hastalık değildir. Çünkü bu bireyler yaşamlarında gerçek anlamda bir eksiklik deneyimlemezler. Hatta bu yazıyı okumamış olsaydınız, bu durumların varlığını veya bunlardan birine sahip olup olmadığınızı fark etmeyebilirdiniz. Bunun sebebi ise bu bireylerin düşünme ve anlama konusunda ortalama bir insanla aynı seviyede olmalarıdır; sadece farklıdırlar.

Ve bu farklılıklar yanlış olarak değerlendirilmemelidir. Bu bireylerin deneyimleri de düşünce üretme konusunda eşit derecede başarılı görünmektedir. Dolayısıyla bu durumlar yalnızca tür içi çeşitlilik olarak değerlendirilebilir.

Bu alanda çok kapsamlı araştırmalar yapılmış olmasa da, bilimsel bir yaklaşımla çıkarım yapacak olursak, bu durumların genetik sürüklenme sonucu ortaya çıkmış olabileceği hipotezini öne sürebiliriz.

Hangi duruma sahip olursanız olun, bu size şu an için belirgin bir avantaj ya da dezavantaj sağlamaz. Sadece dünyayı ve düşünceleri birbirimizden farklı şekilde deneyimliyoruz.

Bu çeşitlilik, aslında zihnimizin—başka bir deyişle kafa yapımızın—farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Ne siz ne de karşınızdaki birey yanlışsınız; birden fazla durum da normal olabilir ya da olmayabilir.

Belki ileride bu konular üzerine daha kapsamlı çalışmalar yapılırsa, bu durumların rastgele bir tür içi çeşitlilikten kaynaklanmadığı ya da sunduğu avantaj ve dezavantajların neler olduğu ortaya çıkarılabilir. Ancak şimdilik bildiklerimiz bunlarla sınırlı.

Yazar: Liva Nur Bostancı (Ormancılık ve Orman Ürünleri Programı 2. Sınıf Öğrencisi)